HER TOPLUM NESLİNDEN SORUMLUDUR
Dr. Hüseyin Kâmi BÜYÜKÖZER
“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında oldukça sert (acımasız) pek güçlü melekler vardır. Allah kendilerine neyi emretmişse karşı gelmezler ve emredildiklerini yerine getirirler.” (Tahrim, 6)
Toplum olarak geldiğimiz bu noktada, önemli bir döneme girmiş bulunuyoruz. Bu dönemin en önemli programlarından biri ise, yediden yetmişe kadar toplumumuzun bilincini ve bilgisini artıracak İslami İlimler ışığında,Helal temelli, yaygın ve örgün, eğitim yapacak Eğitim Kurumlarımızın Kurulması ve Yürürlüğe Sokulması Seferberliği olacaktır. Bu seferberlik Ana Mekteplerden, Meslek kazandıracak, Bilimsel kariyer yaptıracak Yüksek Meslek Mekteplerine kadar yaygın olacaktır. Kadim milli kültürümüzdeki adıyla bu sistemin adı Medrese Eğitim Sistemi olacaktır
Ailemize ve Çocuklarımıza karşı olan mesuliyetimiz, öncelikli mesuliyetlerimizdendir Bunlardan dolayı hesaba çekileceğimiz muhakkaktır. Ailemize ve Çocuklarımıza karşı ihmallerimiz varken, bazı haslet ve amellerimiz olsa bile, onlarla beraber cehenneme sürüklenme tehlikesiyle karşı karşıyayız demektir.
Neslimizi ifsat etmeyi hedeflerinin başına yerleştiren din düşmanlarının, evlatlarımızı tuzağa düşürmek için her türlü entrikaya başvurduklarına, hergün şahit olmaktayız. Batıdan devşirme mevcut Eğitim Sistemimizden yararlanarak çocuklarımızın Allah (c.c)’a kulluk ortamında hayat sürdürmemeleri için her türlü kötülük ortamını cazip gösterip iştah kabarttıkları ve çocuklarımızı bütünüyle kuşatma altında tutmaya çalıştıkları herkesçe bilinen bir durumdur. Hiç kimse bunu görmemezlikten gelemez. Bugün din düşmanlarının sahip oldukları imkânlar, tarihin hiçbir döneminde sahip olamadıkları kadar çeşitlilik ve caziplik arz etmektedir.
HER NİZAMIN BİR İNANÇ SİSTEMİ VARDIR!
Yeryüzünde yaşayan bütün milletlerin, üzerinde yaşama düzenlerini bina ettikleri ve yürüttükleri, bir inanç sistemi vardır. Milletler bu inanç temelleri ile her müşkülünü yener ve meselelerini bu inançlara göre çözer, hayat görüşlerinin sınırlarını bununla çizer, dünyadaki gayelerini bununla tayin ederler. Bu sebepledir ki, dünyada kurulmuş olan her düzenin bir inanç sistemi vardır. İnanç sistemi, kainatın mutlak değerlerine uygun, sağlam ve doğru olduğu takdirde, toplum şeref ve kurtuluş merdiveninde hızla yükselir, refaha kavuşur, üzerine çöken gönül rahatlığı ve iç huzuru ile de hakiki saadete erer.
Ama inanç sistemi bozuk yada hatalı olursa, o inanç sistemi ile de meydana gelen düzen her şeyi ile berbat ve bozuk olur.
Bu nizam ve gösterdiği çözüm yollarının doğruluğunu kabul etmek bile Müslüman inancından doğmadığı için aranan terakkiyi ve istenen saadeti temin edemez. Fertler, inançlarından doğmayan bu yeni nizamın korunması ve iyi bir şekilde tatbik edilmesi hususunda bir gayret gösteremezler.
Birçok İslam ülkelerinde olduğu gibi, bu ülkelerde tatbik edilmekte olan nizamlar Müslümanların inançlarından mülhem değildir. Bugünkü gerçekler, İslam inancı ile diğer nizamlar arasındaki aykırılığı ispat etmiştir. Ortaya çıkan iktisadi, içtimai buhranlar bu zıtlığın bir neticesinden başka bir şey değildir. İki şahsiyetli bir insanın huzur içinde yaşaması nasıl mümkün olamazsa inançlar ile çatışan bir günlük hayat içinde yaşamaya zorlanan bir Müslüman toplumda da patlamaların oluşması kaçınılmazdır.
Neticede iki yoldan birine karar vermek zorunda kalınır:
a- Ya, inanç hükümleri ile bağdaşmayan yeni nizamı tümü ile reddeder ve yeniden İslam nizamına döner.
b- Veyahut da inancı ile açık çelişmelerine rağmen yeni nizamı kabullenerek, İslamı tamamen terk etmeye karar vermiş olur. “Her kim İslam’dan başka bir din ararsa bu din elbette ondan kabul olmaz.” (Ali İmran,85)
Dayandıkları inanç temelleri bakımından birbiri ile çelişen iki nizamın bazı kısımlarının eklenerek yürütülmesinde de çelişkiler doğar. Netice olarak bu çelişme, alınan nizamın tatbikatında güçlüklerin doğmasına ve karışıklıkların çıkmasına sebep olmak nedeni ile, bu çelişkiler arasını uyuşturma gücüne sahip olmayan millet fertlerinin yolunu şaşırmasına sebep olur.
Halbuki, temelde her Müslüman, İslam nizamının bütününü bir kul olarak kabul etmek mecburiyetindedir. Bu nizamın bütün hükümlerine inanması ve onları tatbik etmeye çalışması her Müslümana bir vecibedir. Bu İslam inancının bir icabıdır. Aksi halde inanmamış olanlardan sayılır. “Kitabın bazısına inanır ve bazı taraflarını inkar mı edersiniz” (Bakara/85) hükmü ibret vericidir.
İslam nizamı ve gösterdiği çözüm yolları, Kur’an-ı Kerim’den ve Sünnet-i Nebeviden alınmış Şeriat hükümleridir. Mü’minlere düşen, dinlerinin parlaması, itikadlarının sağlamlaşması ve inançlarının kuvvetlenmesi için bu nizama ve onun dayandığı temellere kat’i olarak inanmalarıdır.
Hiç şüphesiz ki İslam inancı, Müslümanların, kendi prensiplerine, kısmen dahi, uymuyan bütün nizamları reddetmesini farz kılar. Zira bu nizamları kabul etmek, bunların doğruluğuna, kendi inanç ve nizamının ise doğruluğunda şüpheye düşmek olur. Aynı zamanda bu durum, Müslümanları akidelerinden uzaklaştırmaya ve İslam dışı inanç ve nizamları kabul etmelerine vesile olur. Bu duruma düşmek ise açık bir küfürdür.
Bu uyuşturucu mekanizma içerisinde Müslüman’ın çok uyanık ve dinamik olmak mecburiyeti vardır. Allah (c.c.) ‘ın şu açık hükmüne tam iman etmesi gerekir: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin. Sonra bir şeyde uyuşmazlığa düştüğümüz vakit, hemen onu Allah ve Resulüne götürünüz. Eğer Allah’a, Resulüne Ve ahret gününe gerçekten inanıyorsanız!.. (Nisa/59)
Netice olarak sözün özü odur ki bütün dünya milletleri için yeni bir nizam getirmek caiz olsa dahi, bu durum İslam alemi için bahis konusu olamaz. Gerçekte doğru olan “ Cemiyetlerin bütün nizamlarının yalnız İslam inancından alınarak düzenlenmesi gerekir.” denmesidir.
Bir asırdan beri batıl sistemlerin pençesinde inim inim inleyen İslam alemi, çektiği bu çile ve sıkıntıdan sonra beşeri nizamların hiçbir saadet ve huzur getirmediğini anlamış gözüküyor. Bugünün Müslümanı bu gerçekleri yakalamış olarak, İslam’a dönmenin önemini bir kez daha vurguluyor.
Bir asırda, bu kokuşmuş ve çarpık nizamların insanlara mutluluk getiremediği, aksine insanları ızdırap, mutsuzluk ve sefalete sürüklediği anlaşılmış bulunmaktadır. Bu tarihi dönüm noktasında Müslümanlar olarak bizler, meselenin şuuruna ermiş dava insanları olarak birtakım fedakarlıkları kendi nefsimize kabul ettirmek zorundayız. Mal ile can ile cihat anlayışına gelmek mecburiyetindeyiz.
Müslüman kişi Hayatının her anını imtihan bilmeli, her şeyde Allah’ın rızasını nasıl kazanırım diye düşünmelidir. Kendimizin ve bizden yetişecek nesillerin başta güzel bir ebedi hayatı, sonrasında ise sağlıklı, huzurlu bir dünya hayatı için yaptıklarımızdan ve yapamadıklarımızdan mesulüz.
Aslımıza, özümüze dönme vaktidir. Baştan aşağıya, iğneden ipliğe kadar yerli ve milli, hem de Helal ve Tayyib şartlarda, İslami İlimler ışığında, yaygın ve örgün, eğitim yapacak Eğitim Kurumlarımızın Kurulması ve Yürürlüğe Sokulması Seferberliğine, 2020 yılında başlamaya karar vermeliyiz . Bu seferberlik Ana Mekteplerden, Meslek kazandıracak, Bilimsel kariyer yaptıracak Yüksek Meslek Mekteplerini ihata edecektir. Kadim milli kültürümüzdeki adıyla bu sistemin adı “Medrese Eğitim Sistemi” olacaktır. Dünya Helal Vakfı olarak Daru’l Halal Medresesi projemizle biz de bu seferberliğe VİRA diyoruz.