“Terör” ve “terörizm” kavramları, zihinlerde herşeyden önce korku, dehşet, tehdit, şiddet, yasadışılık gibi olguları çağrıştırmaktadır .
Gerçekten de Latince “terrere” kelimesinden gelen sözcüğün, korkutmak, dehşete düşürmek, korkutup kaçırmak, caydırmak gibi anlamları bulunmaktadır. Günümüzde ise bu anlamların önüne “siyasi bir amaçla hareket etme ve dehşete düşürme, korku salma terörist eylemin temel nitelikleri haline gelmiştir.
Terörizm, bu yeni yüzü ile artık bir çatışma stratejisi halini alıyor, özellikle de 2000’ nin hemen öncesi yıllarda hızla yayılan demokrasi dalgasının bir hastalığı oluyordu. Küreselleşme süreci önünde durulamaz bir biçimde “devlet”i küçültüp, sınırları anlamsız kılar ve de karşılıklı bağımlılık ilişkileri oluştururken, Batı’nın ısrarlı modernizm ihracı etki-tepki psikozu içerisinde kendi düşmanını oluşturuyor. Uzun bir geçmişe sahip olmakla beraber uğradığı değişim itibariyle yeni olan ve uluslararası barış ve güvenlik açısından önemli bir tehdit halini alan uluslararası terörizm, faaliyet alanını ulusal sınırların ötesine taşıdı ve tüm dünyayı etkileyebilme gücüne erişti.
Bu noktada özellikle “Terörizm nedir, kim tarafından uygulanır ve kime karşıdır?” ve “Hangisi terör, hangisi bağımsızlık mücadelesidir?” şeklinde sorular ortaya çıktı. Bazı uzmanlar ise terörün devletler tarafından uygulandığını, yani “devlete karşı terör” değil, “devlet destekli terör”ün söz konusu olduğunu vurguladılar. Uluslararası terörizm hiç kuşkusuz 20. yüzyıla özgü bir olgu olarak değerlendirilemez. İlk örnekleri incelendiğinde, M.S.ilk yüzyıl ortalarında Roma yönetimine karşı faaliyet gösteren bağnaz bir Yahudi fraksiyonuna kadar uzanabilecek bir tarihçe söz konusudur. Ancak 20. Yüzyıl itibariyle, uluslararası terörizm olgusunun çok yönlü bir dönüşüme uğradığı ve devletlerin hem karşısında durup, hem de dış politika aktivitelerine meşruluk katmak için bizzat başvurdukları bir kimliğe büründüğü bir dönemi yaşıyoruz.